KÖTÜLÜĞÜN SIRADANLIĞI
Her şey gözümüzün önünde olmaktadır; çoğu kez biz de dâhilizdir olan bitene. Ne yaptığımız üzerine düşünme, muhakeme etme yetimizi askıya aldığımızda vücut bulan bir şeydir kötülük.

Esin Mumcuoğlu
[email protected] -Hannah Arendt geçen yüzyılın en etkili siyaset felsefecilerinden biri.
Yazdığı “Kötülüğün Sıradanlığı”* kitabını herkese tavsiye ediyorum...
Hannah Arendt'in hayatı boyunca totaliter rejimlerin nasıl inşa edildiğine kafa yormuş olduğunu söylesem yanlış olmaz.
Nazi zulmünden kaçarak Amerika’ya sığınmış olan yazar, Nazi Almanya’sında milyonlarca Yahudi, Çingene ve bireysel engelli insanın toplama kamplarına naklinden ve orada öldürülmesinden sorumlu insanlardan biri olan Otto Adolf Eichmann’ın duruşmasına gözlemci olarak katılmış..
Kitabı da orada tuttuğu notlara dayanıyor...
Kötülüğün Sıradanlığı kitabında soykırım esnasında insanların Nazi Rejimi ile sessiz ya da rızaya dayalı işbirliğini, görmeme, görmezlikten gelme ya da sadece işini yapma halinin nasıl olup da kitlesel boyutlar kazanabildiğini anlatmış...
İnsanların sergilediği kötülüğün, vahşetin şeytani bir şey olmadığına inandıklarını gayet sıradan, gündelik eylemler, yapmakta oldukları işler içinde gerçekleşen bir şey olduğunu düşündüklerini dile getirmiş....
Ona göre; Her şey gözümüzün önünde olmaktadır; çoğu kez biz de dâhilizdir olan bitene.
Ne yaptığımız üzerine düşünme, muhakeme etme yetimizi askıya aldığımızda vücut bulan bir şeydir kötülük.
Arendt’in önemli tespitlerinden biri de holokost gibi bir suçun ancak hükümet kaynaklarını kullanan devasa bir bürokrasi ile işlenebileceğidir.
Totaliter yönetimlerin özü ve belki doğası insanları yönetim mekanizmasındaki çarklara dönüştürmesi ve onları insanlıktan çıkarmasıdır.
Eichmann da kendisinin bir insan olarak değil bir görevli olarak hareket ettiğini, bu görevde yerinde başka birisinin de olabileceğini söylüyor.
Bu gerçek, dünyada işlenmiş en büyük kötülüklerin önemsiz insanlar tarafından gerçekleştirildiğini açıkça ortaya koyuyor.
Arendt bu insanları şu kelimelerle tanımlıyor: “Herhangi bir gayesi bulunmayan, fikirden yoksun, ruhsuz, bir kalpleri veya bir iradeleri olmayan basit insanlar. Birey olmayı reddeden insanlar. Ben buna kötülüğün sıradanlığı diyorum.
Ne kadar tanıdık değil mi Arendt'in tespitleri ve bir o kadar can yakıcı...
Baska zamanlar, baska toplumlar olsa da anlatılan, insan aynı insan...
Kötülüğün yanında görevi, çıkarı icin duran, işbirliği yapan, kötülüğü kanıksayan, o birey olamamış kötücül kalabalığın içinde edindiği berbat pozisyonla var olmaya çalışan insan...
O yüzden o insan başkalarının yaşam dahil tüm haklarını gasp ederken utanmıyor sıkılmıyor, vicdanını yoklamıyor, en küçük bir rahatsızlık hissetmiyor...
Çünkü artık kötülüğün sıradanlastığı çemberin bir dişlisi o, bir aparatı...
Kendi gibilerin tarihte nasıl yıkımlara sebep olduğunu görmeyi reddeden isbirlikci bir maşası ...
Tarih yine yeniden tekerrür ediyor hep...
Dün Almanya, bugün totaliter rejimin baskısı altında, kötülüğün çarklarına sıkısmış başka bir ülke...
Tarihten ders alınsaydı tarih tekerrür edermiydi hiç acaba?